rapçilerin sınırötesi operasyona sessiz kalması

#193850 - bu entryi ortalama 768 saniyede okuyabilirsiniz.
  1. Geeflow “Barış Pınarı” adında bir şarkı yapmış.

    ***

    Mevzu rapçilerin bu olaya sessiz kalması noktasından çıkıp mevcut durumun kendisini tartışmaya döndü. Farklı fikirlerin dile getirilmesi -münakaşa olmadığı müddetçe- önemlidir. Ben bir açıdan bakarım, sen bir açıdan bakarsın. Ortada buluşmasak bile en azından kendi bildiklerimizden ve düşündüklerimizden şüphe eder, “Acaba her şey benim düşündüğüm gibi değil mi?” diye kendimizi sorgularız. Bu sorgulayış hâli tek bir durumda işe yaramaz: Her şey, gerçekten de bu özeleştiriye yönelen kişinin düşündüğü gibiyse.

    Burada polemiğe girmek, “Ben biliyorum sen bilmiyorsun” ayağına yatmak kimsenin faydasına olmaz; ama belli bir yerden sonra insanlar kendilerini böyle davranmaya mecbur hissedebiliyor. Ve herkes de kendisini haklı gördüğü için, kendisi gibi düşünmeyene karşı böyle bir tavır sergileyebiliyor. Bakınız arkadaşlar / abiler; bu operasyonun desteklenip desteklenmemesi ayrı bir konudur; bu operasyonun siyasi itibar kazanma amacıyla malzeme edilmesi ayrı. (Şuraya dikkatinizi çekeyim: “Bu operasyon siyasete malzeme edilmek için düzenleniyor” falan demiyorum; haklı gerekçelerle yapılan bu operasyon -geçmişte birtakım olaylarda olduğu gibi- yine “birilerinin” başarısı olarak görülebilir diyorum. Bunu siz bu amaçla yapın veya yapmayın; halkta öyle bir temayül var ki siz yönetimde olup doğru bir şey yaparsanız sizi yüceltmelerinin önüne geçemezsiniz.) Ülkenin kurucusunun attığı adımlar hakkında “Tek başına mı yaptı” ayağına yatan kimselerin bugün -sizin bahsettiğiniz gibi- kişi meselesi olmayan meselelerde “Onun başarısını çekemiyorsunuz, nankörsünüz” edebiyatları yaptığı bir ülke burası. Hangi tarafta olursanız olun, sizinle aynı safta bulunan kişilerin yanlışlarını da görmeniz gerekiyor. Hiçbir siyasi grup tek tip ve aklı son derece başında bireylerden oluşmuyor.

    Bugün yaşananlar siyaset üstü bir meseledir ve haklı gerekçelerle yaşanmaktadır, eyvallah; ama “Bu operasyonu falan filan da destekliyor” diyerek diğer arkadaşları sizinle aynı yönde düşünmeye sevk edemezsiniz. Sizin bahsettiğiniz o falan filanların aklındaki düşünceyi söyleyeyim: “Bozuk bir saat bile günde iki kez doğruyu gösterir.”. Bazı insanlar bozuk saate hiçbir zaman itibar etmezler, doğruyu gösterdiği zaman da sırt çevirirler. Bazıları da vardır; o saatin toplamda iki anlık doğrusunu o kadar uzun uzadıya savunur ve överler ki bir doğrudan diğer doğruya kadar geçen sürede gösterdiği yanlış vakitler onların övgüleri arasında kaynar gider. Durumları değerlendirirken siz çok mantıklı davranabilirsiniz; ama sizin kendinizi yakın hissettiğiniz “akım”a mensup insanlar sizin gibi yapmayabilirler. Bu siyasette de böyle, dinde de, futbolda da... Tuttuğumuz takımın taraftarları mal diye takımımızı tutmaktan vazgeçmeyeceğiz tabii, mensup olduğumuz dine mensup olduğunu iddia edenlerin yanlışları yüzünden de dinimizi sorgular hâle gelmemeliyiz. Ama “siyaset” başkadır. Siyaseti üsttekiler belirler ama onları yukarıya tabandakiler taşır. Siyasiler bir ölçüde tabanlarının sözcüsü olurlar. En fazla taraftarı toplamak için de en kalabalık kesimlerin “ses”i olmaya çalışırlar. Sadece bu planda kalmayıp, tabanlarını yönlendirme ve az da olsa değiştirme girişimlerinde de bulunurlar tabii. Dolayısıyla kutuplaşmanın temelinde siyasiler kadar, hatta onlardan daha fazla tabanların birbirinden hazzetmemesi yatmaktadır. Bugün operasyonun siyasete malzeme yapılmasından endişe edenler baştakilerden ziyade tabanın davranışlarına bakarak bunları söylüyorlar. Taban bu kadar duygusal ve taraflı davranmasa zaten hiçbir başarıyı “malzeme” falan yapamazsınız; öyle bir ortamda insanlar atılan doğru adımlar hakkında “Görevleri bu zaten” derler ve ilgili kadronun yanlışları doğrularından çoksa, doğruları yanlışlarından çok olacak bir alternatif doğduğu anda o kadroyu başa getirirler. Bu, birilerinin zannettiği ve iddia ettiği gibi “nankörlük” falan da değildir, rasyonelliktir.

    Her neyse; bugün olanlar malum partinin değil ordunun sayesinde oluyor diyen arkadaşlarım; bunu tabana da izah edebilecek misiniz? Doğruların savunusunu yaparken yanlışların “Oldu bi' kere” denilerek sorgulanmamasının önüne geçebilecek misiniz? (Bu sorgulama ille insanları koltuklarından etme anlamında değildir.) Adamlar hataları olduğunun, kendi içlerinde kutuplaşanlar ve çıkar odaklı hareket edenler olduğunun farkındayken tabanları niye yüzde yüz doğru hareket ettiklerini iddia ediyor onu anlamak zor.

    Zuporyter abimizin sözleriyle ilgili de bir şeyler yazmak istiyorum:

    @58 “Hayattaki her şey siyasete dayanmıyor” - Bu bizim konumumuzdaki bireyler için böyledir. Belli konumlar vardır, o konumlara geldiğinizde hayat ondan ibaretmiş gibi davranırsınız. Bu ya böyle icap ettiği içindir ya da gidişat böyledir. Bu konumlar askerlik, polislik, devlet / siyaset adamlığı, öğretmenlik, hâkimlik, hekimlik, din adamlığı vs.dir. Bu tür konumlardaki her insan hayattaki en elzem rollerden birini oynadığını düşünür ve hayat bundan ibaretmiş gibi yaşar. Asker ve polis vazifesini yap/a/mazsa vatan, huzur ve güven ortamı tehlikeye düşer; dolayısıyla geri kalan her şey “teferruat” olur. Devlet adamları / siyasiler ülkeyi düzgün yönetmezlerse ekonomi batar, dışa bağımlı hâle gelinir, eğitim saçma sapan bir hâl alır vs. Ya da işleri elden gelen en düzgün şekilde yapıyor olsanız bile insanları buna ikna edemediğiniz anda insanlar size sırt çevireceği için bir sonraki seçimde yerinizden olursunuz. Dolayısıyla bir siyasi idare işleri düzgün yapmak kadar, hatta çoğu hâlde bundan daha fazla eforu insanları kendisinin en iyi alternatif olduğuna ikna etmeye harcar. Öğretmenler eğitimcidir; insan da belli bir terbiye gördüğü, ilmini arttırdığı nispette insandır. Terbiye olmadan, ilim ve sanat olmadan, insanın insanca yaşaması olmadan hayatın devamlılığının da bir anlamı olmayacağından öğretmen de “En önemli iş benimkisi” diyebilir. Bir din adamı da “Aslolan, insanın insan olarak üzerine düşenleri yapmasıdır. Üzerine düşen de Allah'ın rızasına uygun yaşamaktır. Gerçek hayat da ahiret hayatıdır” diye düşünüp, dünyevi işlerin hemen hemen hepsini kendi işinden değersiz görebilir. Bu “kendi işini merkeze alış”lar böyle sürüp gider. Hepsi de o konumdayken anlamlıdır. Ama bir insan başka konumdakilerin hâlinden anlayacağım diye kendi konumunu itibarsızlaştırırsa, yani üzerine düşen konusunda gevşek davranırsa diğerinin yaptığı iş de bir ölçüde ve bir anlamda güme gitmeye başlar. (Bu durumu bir futbol takımının maç esnasındaki durumuna da benzetebilirsiniz.) Bugün, askerlerimizin yaptığı operasyonu hepimizin merkeze alması isabetlidir; ama öteki hâllerde diğer meseleleri (eğitim, hukuk vs.) göz ardı etmemek gerekecektir. Toplumca ve insanlıkça ortaya konulacak işi bir yapbozu tamamlama işi olarak görelim. Askerimiz inşallah kendi payına düşen kısımda başarısını göstererek kendi payına düşen parçaları eksiksiz bitirir. Ama diğer parçaların da yerine yerleştirilmesi ve sonunda yapbozun tamamlanması diğer alanlarda da bireyler ve toplum olarak üzerimize düşeni yapmaktan geçiyor. Hukuktaki, eğitim sistemindeki, dinî yönlendirmedeki çatlaklar (yani yapbozdaki parça eksiklikleri) görmezden gelinerek sadece askerî başarı ön plana alınıp “En önemlisi buydu. Bunu da biz başardık” ayağına yatılırsa -ki yapılır mı yapılmaz mı emin konuşmak istemiyorum- “Tabii ki, haklısın” deyip yine her alanda onların her dediğinin olmasına izin mi verilmeli? (Bu “onlar” ve “bunlar” meselesi de değil; hepimiz meselesi.) Bir futbol takımında kaleci, defans oyuncusu, hücum oyuncusu vs. kendi üzerine düşeni yapmalıdır. Teknik direktör ise (yani yönetici) her konumdaki oyuncuyu iyi yetiştirmekle ve doğru kişileri ilk 11'e almakla mükelleftir. Siz çok iyi hücum oyuncuları seçseniz de eli armut toplayan bir kaleciyle maçı kaybedersiniz. Dolayısıyla -gerek iktidar, gerek muhalefet- ülkeyi yönetenlerin belli alanlardaki başarıları sebebiyle diğer alanlardaki fireleri görmezden gelinmemeli.

    “Beyin haritanızı çıkarmam saniyemi almaz” - Harbi mi? :-) Aslında hepimiz az ya da çok aynı eyleme soyunduğumuz için bir arpa boyu yol alamıyoruz. Herkes kendini komplike düşünen, başkalarını sığ düşünen bireyler olarak görüyor (Ya da kendimizi “karakter”, başkalarını “tip” zannedebiliyoruz.). Montaigne ne demiş: “Başkalarında bizden fazla güzellik, yiğitlik olduğunu kabul ederiz ama başkasının bizden daha akıllı olabileceği ihtimalini kabullenmeyiz.” (Tamamen böyle değilse de bu tarz bir şey işte.) Beyin haritası çıkarma işinin klasik bir versiyonu da parti tabanları hakkında yapılır. Buradaki bazı arkadaşlar da malum tabanın zihin haritasını kendilerince çıkardıkları için, onların peşinden koştuğu zatların peşinden koşmak istemiyor olabilirler. :-)

    “Din kısmına hiç girme, çıkamazsın” - Kimse çıkamaz ona bakarsak. Çıkacak olan adam Mehdiliğini ilan etsin bence. :-) Öte yandan, ben de kendimce din kısmına hiç girmemesi gereken kimseler gösterebilirim ki niyeyse hep en çok onlar giriyor din kısmına. :-) (Zaten gelmiş geçmiş bütün dinlerin kaderi bu olmuştur. Sorun, bunun reçetesinin insan düşüncesiyle yazılmaya çalışılması veya asıl reçetenin olduğundan farklı anlaşılması ve anlatılmasında.)

    “Biz sizi seviyoruz” - Eyvallah. Keşke herkes herkesi sevse; bunların yaşanmasına gerek kalmayacak. Ama burası dünya neticede :-)

    “Bir gün birisi namluyu kafanıza çevirdiğinde...” - Hatırlatayım, bir zamanlar o namluyu çevirenler de aynı üniformayı giyiyordu. O ortamın oluşması kimlerin eseri? (“Eskiden beri vardı” ve “Artık bugünü konuşalım” söylemlerini bırakın derim. Birileri elli sene önce yaşanmış kuyrukları, elli sene önce sınıfların altmış yetmiş kişilik olmasını, her şehirde üniversite olmayışını, üniversitelere baş örtüsüyle girilemiyor olmasını vs. sürekli gündem etmiyor mu? Biz on sene öncesinden bahsedince “Bugüne bakalım” diyorsunuz ama siz sürekli yirmi otuz sene öncesinden bahsediyorsunuz. Baştakiler de belli alanlarda eksikleri olduğunun bilincinde oldukları için, “ölümü gösterip sıtmaya razı etme” hesabı, eski yönetimleri gösterip kendi yönetimlerine razı etmeye çalışıyor gibiler. Şu an devletin başında bulunan zatı kadrosundan ayrı değerlendirebilirsiniz, bazı meselelerde de herkesin onun etrafında toplanması gerektiğini söyleyebilirsiniz; eyvallah. Ama hiçbir lider düzgün olmayan bir kadroyla fazla yol yürüyemez. İnsanlar bir sorun çözüldüğü anda diğer sorunları hatırlar çünkü. Zuporyter abimiz de demiş “Halk karnına girene bakar.” diye. Herkes için hayırlısı olur umarım.)

    Sikas arkadaşımıza da bazı cevaplar verme gereği duyuyorum:

    @62 "Geçmişe takılı kalmayı bırakalım artık" - Bir önceki paragrafa bak(ınız) lütfen.

    “Yıllarca ağlamıyorlar mıydı” - İşte sorun burada; haklı bir çağrıyı “ağlamak” olarak niteliyorsun. “Adamlar haklı çıktı, keşke zamanında onları dinleseydik; 'Siz ne anlarsınız'a yatmasaydık” diyeceğinize hâlâ “ağlıyorlardı” falan diyorsun :-)

    “Olan oldu, n'apalım, asalım mı” - Hayır; ama kendi yanlışlarınıza gelince “Olan oldu”, başkalarının yanlışlarına gelince “Siz bize bunları bunları yaptınız.” demeseniz daha iyi olmaz mı? :-)

    “Deşifre olmasalardı daha mı iyi olacaktı” - Deşifre olmaları için ille “suçüstü” yapılmak zorunda mıydı? Bu tür ifadeleriniz, kanıt oluşsun diye bu olayın gerçekleşmesinin beklendiği izlenimi yaratıyor. Baştakiler de o zamanlar bu tür söylemlerde bulundular. Sonra da “Kontrollü müydü yani; olması mı beklendi?” gibi sorular soranlara “Bunlar nasıl ithamlar? Biz halkımızı tehlikeye mi atacağız?” gibi karşılıklar veriyorlar. Herkes belli olaylar hakkında kendince komplo teorileri üretir. Siz işin aslını astarını düzgün açıklamazsanız, size sorular sorulduğunda konuyu değiştirmeye çalışırsanız da şüpheleri arttırmaktan başka bir iş yapmış olmazsınız. Yüzde yüz haklı olsanız da bu böyledir. O yüzden her yerde söyleme bence “Deşifre olmasaydı daha mı iyiydi?” diye. :-)

    Zuporyter abimizin diğer yorumuna geleyim:

    @63 2- Yaşar Nuri Öztürk'ün “Atatürk'ten Sonraki CHP” adlı bir eseri vardır; okunmasını tavsiye ederim. Kendisi Fetö meselesinde de Erdoğan'ın tam destekçisi olmuştur. “Başka alanlarda yanlışları olduğunu söyledim; ama bu meselede yanındayım. Fetö'yü ondan başkası da temizleyemez.” falan demiştir. Yani bir meselede haklıysanız ve siyaset adamlığını bir kenara bırakıp devlet adamı olmayı başarırsanız en ciddi muhalifiniz bile sizi destekler. Ama gelin görün ki aynı olgunluğun onların tabanında mevcut olduğunu düşünmüyorum. (Bir parantez: Yaşar Nuri 15 Temmuz olayları yaşanmadan önce vefat etmiştir; o ortamda nasıl bir yorumu olurdu bilemeyiz.)

    Bir de abi; sen hep büyük resimden bahsediyorsun da küçük resimlerde bazı sıkıntılar var. Dış politikada ne kadar insancıl olursa olsun içeride “Her üniversite mezunu iş bulacak diye bir şey yok.”, “Karnını doyuruyorsunuz hâlâ oy vermiyor” falan diyen bir lider var başta. (Siyaset adamları kendi açıklarını bir şekilde örtmek zorundadır. İktidarı da böyledir, muhalefeti de; dolayısıyla gerektiğinde hepsi az ya da çok boş yapar; onun farkındayım. :-) ) Ayrıca şehit cenazesinde muhalefet liderini yumrukladığı hâlde devletin kanalında malum bir şahsın konuşturulmasına ses edemeyen bir tabanları var. Bu tabanın gerçekten dindar ve vatansever olduğunu mu düşünüyorsun, yoksa bahsettiğin türde manipülasyolarla (Payitaht Abdülhamid, Diriliş Ertuğrul, Kurtlar Vadisi gibi dizilerle, din - iman edebiyatlarıyla vs.) hareket eden kişiler olduğunu mu? Büyük resmi görmek ve belli sorunlara çözüm aramak muhalefet liderini yumruklamayı mı gerektirir, yoksa işler istediği gibi gitmediğinde strateji ve ideoloji değiştiren kimselerin samimiyetinden şüphe etmeyi mi? (Bunu sadece belli bir siyasi çizgi için söylemiyorum. Genel konuşuyorum.) Her şey göründüğü gibi olmayabilir, ama her şeyin de göründüğünden farklı olduğuna inanmamak gerekir bana kalırsa.

    Sen “Susamam”ın birilerinin projesi olmadığını bilecek bir adamsın; ama tabana baktığımızda onlardan olmayan herkesi birilerinden göstermeye muhtaç olduklarını görebiliyoruz. (Kendi söylediklerine kendileri de inanmıyorlar muhtemelen; inanıyorlarsa da yakında şizofrene bağlayacaklar gibi.) Bu da küçük resimlerdeki aksaklıklara gelen eleştirileri “büyük resim” edebiyatlarıyla savuşturmaya çalıştıklarının bir göstergesi. O kadar sene kandırıldılar da şimdi mi görebiliyorlar her büyük resmi? Onların bu tür davranışları diğer tabanlarda antipatiye sebep oluyor; dolayısıyla herhangi bir doğru adımda da insanlar "Acaba" diyor.

    yorumlayan adam

    14/10/2019 00:15 ~ 15/10/2019 11:33
        heart_plus : 1 stat_minus_2 : 1