bol sözlük gündüz tayfası

#189997 - bu entryi ortalama 290 saniyede okuyabilirsiniz.
  1. @654 “Elle tutulur insan” nasıl olunuyor o da tartışma konusu denebilir. :-) Genelde toplum normlarına uyan, “işinde gücünde” tabir edilen insanlar elle tutulurdur; geri kalanı da -kötü biri değilse- “boş işler müdürü”, “bir baltaya sap olamamış” gibi sıfatlarla anılırlar. İşin garibi; eskiden genellikle okumayan kimseler için bu tabirler kullanılırken şimdi ne kadar okusak da "boş gezenin boş kalfası" olmaktan kurtulamıyoruz.

    Toplumun insan için öngördüğü yaşam tarzında hayatın gerçekliğine uyan öğeler de var tabii; bunu tümden reddetmek ve “sınırsız özgürlük” kafasında yaşamak pek mantıklı değil. “Normların ve kalıpların dışına çıkma” hâlinin kendisi de bir kalıp hâline geldiyse onun da diğerinden aşağı kalır yanı yok, hatta daha kötü bile olabilir. Her neyse, öyle ya da böyle biz de kendimize ait bir “elle tutulur insan” tanımı geliştirebiliriz. Mesela senin de kendin kabullenmiş olduğun birtakım normlar var ki “İnsanlar beni elle tutulur adam saymıyor” triplerine girmek yerine kendi kendine bunu söylüyorsun. Ama teşhis ile tedavi farklı şeylerdir. Kendimizde bir sorun fark ettiysek artık soruna değil, bunun çözümüne odaklanmamız gerekiyor. Psikolojide “kişinin, kendisiyle barışık yaşaması” esası vardır. Elbette bu, şu anki yanlışlarımızla barışmak manasında değil; özümüzde bu yanlışlardan kurtulacak ve daha iyiye, daha güzele, daha doğruya yönelecek gücü hissetmek ve o güçle hareket ederek gelişebilmek manasında bir kendimizle barışıklık. (Bazı meselelerde değişime de gerek olmaz; mesela kilomuz abartılı değilse kilomuzla barışık yaşamak gibi.) Sorunları dile getirdin; ama bunlara kafayı takmak kişinin aynı hatalarda ısrar etmesine sebebiyet verebilir. “Küçük Prens”te çok güzel bir bölüm vardır bununla alakalı, Cemal Süreya & Tomris Uyar çevirisinden aynen alıntılıyorum:

    XXX

    XII - Vardığı gezegende bir sarhoş oturuyordu. Orada az kaldı ama büyük bir kedere kapıldı.

    Dizi dizi boş ve dolu şişeler arasında ses etmeden duran sarhoşa sordu:

    “Ne yapıyorsun?”

    “İçiyorum” diye karşılık verdi sarhoş. Sesi hüzünlüydü.

    “Niçin içiyorsun?”

    “Unutmak için.”

    Onun durumuna üzülmeye başlayan Küçük Prens:

    “Neyi unutmak için?” diye sordu.

    Sarhoş başını önüne eğerek içini döktü:

    “Utancımı unutmak için.”

    “Neden utanıyorsun?”

    Küçük Prens ona yardım etmek istiyordu. Ama sarhoş kesin bir sessizliğe gömülerek konuyu kapadı:

    “İçmekten utanıyorum.”

    Küçük Prens iyice şaşırmıştı, oradan uzaklaştı.

    “Büyükler gerçekten çok, çok tuhaf oluyor.” diye düşündü yol boyunca.

    XXX

    Burada benim “nedensellik çıkmazı” diye adlandırdığım bir durum mevcut. (Gerçekten böyle bir terim var mı ya da varsa anlamı bu şekilde mi bilemiyorum. Bence bu duruma uyuyor.) Kişi bazı hareketlerinden kendisi de rahatsızlık duyuyor, bu rahatsızlık duygusundan kaçabilmek için de rahatsızlık duyduğu eylemleri işlemeye devam ediyor. İçmesi utanmasının, utanması unutma isteğinin, unutma isteği içmesinin sebebi. Bu çıkmazdan kurtulabilmek için kendinden kaçmayı bırakması gerekiyor. (Pratiği teorisi kadar kolay olmayabilir ama öyle.) Ben bu kitabı ilk okuduğumda çocuktum ve sarhoşun son söylediği cümleyi okuyunca kahkahalar atmıştım; ama yaşınız ilerlediği zaman kitabın verdiği mesajı daha net anlıyorsunuz ve artık o kadar komik gelmiyor. (Kitabın hepsini okumayanlar okusunlar; güzel bir kitaptır. Gerçekten komik yerler de var. :-) )

    Sorunu tespit etmişsin: “elle tutulur bir insan olamamak” (“olmamak” da olabilir; iyi düşünmek lazım. İkisi çok farklı şeyler.). Bunun sebeplerini de tespit etmişsin. Şimdi bu sebepleri nedensellik çıkmazına girmeden ortadan kaldırma vakti. (Bir nevi "sonuç" olarak yazmış bulunduğun “hayattan nefret etmek” de nedensellik çıkmazında yerini alan bir neden olabilir. Belki de ondan başlamak lazım.) Ama işin şu kısmı da önemli: "değişmek / gelişmek" ile “olmadığın biri gibi davranmak” arasında fark var. Sen kendini tamamen ikna etmeden bir yola girdiğin zaman (diyet olur, sigarayı bırakmak olur vs.) bir süre sonra sıkılabilir ve “Eskiden hayatım daha dandikti ama kendimi daha özgür hissediyordum” ayağına tekrar eski yaşantına dönebilirsin. (Ramiz dayı der ki “Değişmek zordur yeğen. Ama aynı adam olmak daha zordur.”) Kendini belli bir akışa kaptırarak hareket edersen dış koşullar değiştiği zaman sen de değişme ihtiyacı duyarsın. Bu da karakterine işlemeyen, daha yüzeyde kalmış bir değişim geçirmişsin ve sonradan özüne dönmüşsün demek. Değişimi özümüze etki ettirebilmek için olmadığımız biri gibi davranmak yerine, kendimiz kalarak değişmeyi denememiz gerekiyor. (Not: Psikolog değilim, hatalarım olabilir. Gerçi psikologlar / terapistler de artık kitaplarla, televizyon yayınlarıyla hayatımızın içinde. Biraz gözlem, biraz tecrübe, biraz da okunanlardan / dinlenenlerden akılda kalanlar birleşince bunları yazmış bulundum. Zaten kişi kendisine yardım etmeyi istemeden başkası ona yardım edemez; yardım edemeyince de antidepresanları dayayıp başından savar. Dolayısıyla bizim de böyle şeyleri biraz düşünmemiz lazım. :-) “İyi güzel de nasıl yapacağız onları?” diye sorarsanız, bu nokta teoriyle değil pratikle ilgili bir şey diyebilirim, zaten o yüzden “kişinin kendisine yardım etmesi” esas mesele.)

    yorumlayan adam

    12/9/2019 22:03
        heart_plus : 1 stat_minus_2 : 0